Friday, April 18, 2014

Liya değil LEAH benim adım

Yine kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir zaman dilimi geçmiş ve ben tek kelime yazmamışım. Yazmamayı geçmişim eski yazılarımın çoğunu taslağa döndürmüşüm, bloguma damat tıraşı yapmışım ballı lokmalarım. Bazı ince ayarlar gerekiyordu buraya. Sebebini aşağıya bir yerlere mutlaka yazacağım. Siz beni okumayalı hayatımda değişiklik oldu mu derseniz pek olmadı gibi. Kendimi MSA'nın yemek kurslarına verdim, mutfakta harikalar yaratabilitemin olduğunu bir kez daha gördüm. Hayatıma selamınn aleyküm aleyküm selam demek suretiyle birkaç insan girmeye çalıştı, destur bismillah diyip köprüden önce son çıkıştan çıkardım kendilerini. E zaten çok net işimdeyim gücümdeyim. Geri kalan zamanlarda da uyudum yani, hayat na bundan ibaret.





Son zamanlarda karakterim, karaktersizliğim yerine iyice oturmaya başladı. Haddimi son derece biliyorum. Ben kendimi biliyorum. Bir şey olacaksa hmm ben şimdi şunu yapıcam, sonra böyle olacak, e öyle olacağına ben hiç davranmayayım hiçbir şey olmasın diyorum. Umursamazlık, gailesizlik levelim son levelına ulaştı. Sanırsın işlek bir caddenin orta yerinde frappiçinomla yürüyorum, ayağımda stilettolarım. Ama kendimden memnun muyum, memnunum aga. Zaten hep kendi işime bakardım, şimdi daha çok bakıyorum. Kimsenin tavuğuna kışt demiyorum. Efendiyim.

Blogumu neden tıraşladığıma gelelim. Eskisi kadar katı değilim kendimi gizleme konusunda. Yolda rastladığım blogger arkadaşlarıma ben Leah demekten çekinmiyorum ya da hadi kahve içelim diyen tesadüfen yan sokağımda oturuyor çıkan Twitter'dan birine ya da Twitter'da yemek muhabbetinin bokunu çıkarıp birlikte yemek kursu bile aldığım arkadaşıma ya da iki bira yuvarlarken iç döktüğüm bir arkadaşıma. Bunlar inanılmaz güzel. Ama insan hayatının tüm açık yaralarını bir yere döktüyse, söylediği her kelimenin arkasında daha binlercesinin olduğunu biliyorsa kendisini çok savunmasız hissediyor. Elbette onlar benim anılarım, silmem mümkün değil ama şu anda taslaktalar. 2013'ü silmedim, öncesi oldukça taslaklarda. Bundan sonrasını daha şuurlu yazacağım için (ve 2 ayda bir yazı yazdığım için neyini silicem o da meçhul) sıkıntı olmayacak gibime geliyor ama işte durum bu şekilde.

Blog mailime de ayda bir bakıyorum, baktığımda da sıfatımda kocaman bir gülümseme oluyor. Merak eden mi dersin, fikirlerime önem verip soru soran mı dersin, bir kahve içelim olur mu diyen mi ararsın, ne dersen de inanılmaz güzel mailler geliyor. Böylesine güzel şeyler duyuyorken ayda da yılda da bir olsa yazmazsın ne yaparsın buraya. Twitter'ın kapanması olsun o olsun bu olsun derken ben sosyal medyadan biraz el etek çekme durumu yaşadım açıkçası. Kanlı canlı hayat daha tatlı geldi. Ama bazı kanalların yokluğu da cağğğnımm Blogger dedirtti. Hani twitter gelir geçer asaletin bana yeter sevgili blogum.

Hani hayatımı nasıl özetleyeyim bilmiyorum da bu aralar. Çok yoğun çalışıyorum hala daha. Her şeyi unutuyorum o yüzden outlook'un takvimine abanmaktan dinim imanım gevriyor. Arkadaşımla plan yapıyoruz mesela "Canım ya takvime işlesene sen onu" diyorum. Yanımda birileri varsa mutlaka yürüyorum. Havaların güzel olmasını umarak, uykumdan da bir parça piç etmeyi düşünerek işe yürüyerek gidip gelmeyi aklımın bir kenarına yazıyorum. Güzel yemekler yapıyorum, güzel yemekler yiyorum. Güzel müzikler dinliyorum. Kuş kadar hak ettiğim izinlerimden ikisini bir hafta sonuyla birleştirip tatil planları yapmayı başlamayı umuyorum. Yoksa kendimi pusulası belediye zarfına konmuş muhtar adayı gibi hissetmeye devam edeceğim. Bu arada hala sizin umduğunuz şıkır şıkır bir İKcı değilim. Saçları başları hak getiriyor. Doğallığım ekstrem hala daha.

İşte benden haberler bu şekilde. Ne kadar harika bir hayatım var tekrar görmüş oldunuz böylelikle. 

Birazdan salatası için market alışverişine çıkacak Leah bildirdi.

(Bu arada 'ben Liya' dediğimde kimse benim Leah olduğumu anlamıyor. BEN LEAH diyeceğim bundan sonra sizi yolda görürsem, o zaman daha sıkı sarılıyoruz.)

No comments:

Post a Comment